FASIL

HASBİHAL-İ HAL

“Hatırlar mısın? Hani doğduğunda sen ağlarken herkes gülüyordu. Öyle bir hayat yaşa ki; öldüğünde herkes ağlarken sen gülesin”.

Yaşamının ilk anında ağlamak zorundasındır. Gülmek bir yana, sessiz dahi kalamazsın, popona şaplak atıp ağlatırlar. Kendi lisanınla konuşmak istesen, ağzına emzik tıkıp sustururlar. Koşmak istesen, kundağa sarıp durdururlar.

İnsanoğlunun kendini ifade edebilmesi ömür boyu sorundur. Çocukken çocuk der geçerler, gençliğinde delikanlılık ateşi. Orta yaşta, sistemi benimsemiş ve özüne dokunamayacak bir klasik olarak nitelendirilirsin. Yaşlanınca kuşak çatışması doğar. Vakti yoktur, er ya da geçtir, hep sustur. Sus ve söylenenleri dinle! Zamanla hep zamana uyarak varolup giden dogmalar, ikrardan gelen bu sükutla beslenir.

Ancak, kendini ifade edebilmek önce kendi varlığının vücudunu gerektirir. Bir Arap Anonim Üstadı, “biliyorsan konuş ibret alsınlar, bilmiyorsan sus da adam sansınlar” buyurmuş. Suskunluk, ya yokluktan, ya da insanın iki kulağı bir dili olduğundandır.

Kainatın Hakimi olarak takdis buyurulan şizofren kulların heyazanları hariç olmak üzere, bilmek; vahyin kesildiği günden bu yana ancak okumakla mümkün. Ya alim, ya öğrencisi, ya da dinleyicisi olacaksın, dördüncüsü helak olmak demektir. Kemaliyle birlikte vahyin kesildiği dinimizin ilk emri oku! Nasıl? Yaradan Rabbinin adıyla oku.

Aslında bir başkasını anlamak aynı zamanda anlamamaktır ve okumak, başkasının zihniyle düşünmek demektir. Her zihni üretim değerlidir, bir mana ifade eder. Ne olması gerektiğini değilse bile, ne olmaması gerektiğini gösterir. Ama başkalarının zihni üretimi üzerinde kendi fikrini filizlendiremezsen, okumak ancak cehaletini alır, semerinde bir yığın kitapla merkeplik baki kalır. İmanın şartı altı, yedincisi haddini bilmektir derler. Hadd, yargıya ulaşabilmenin enformatik sınırlarının ötesinde, akli melekelerin sınırlarına ilişkindir. Vermemişse Mabut, ne eylesin enformasyon toplumu?

Bir de izan vardır. İzan ölçülülüktür, bağlantı kurabilmek, sebepleri ve sonuçlarını kestirebilmek kudretidir. Talebe, hamdım, yandım, artık oldum demiş. Mürşit yüzüğünü avucunun içine saklayıp imtihan buyurmuş; “Yaa öyle mi. O zaman söyle bakalım avucumda ne var?” Talebe düşünmüş “hımm yuvarlak”, biraz daha düşünmüş “hemi de ortası delik”. Afferin demiş Mürşid, “peki ne?”. Birden şimşek çakmış kafasında talebenin. “Buldum”demiş, “değirmen taşı”.

Muvazene, hiç ölmeyecek gibi dünya, yarın ölecekmiş gibi ahiret için yaşamakta kurulmuş. Kefelerin ikisi de aynı ağırlıkta olmalı. İnsanoğlunun hiçbir şeyi değilse dahi sadece bir gün öleceğini idrak etmesi, yaşamına çok şey katacaktır. Mezarlıklar ibrethanelerdendir. Ölüm ölenin imtihanının sonu ama çoğu kalanın yeni sınav konusu. Tek taşı eğrik mezar yanında, yüksek mermer sütunlu lahit. Hangisi dar cehennem kuyusu, hangisi geniş cennet bahçesi, kim bilebilir? Mezar sütunları bile kalanlara rant sağlamak peşinde.

İşte bir mezarlık muhabbeti:
– Be hey ehli kubur, anıt mezarda yatsan ne, toprağın bilinmese ne ?
– Be hey ehli hayat, şimdi ihtişam içre olsan ne, yamalı donla gezsen ne?

Oturmuş her bir satır ayrı bir sazdan çalar,
Çelebi, böyle olur bizde muhabbet dediğin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir