FASIL

SANATİK FANTAZİLER

“Karanlığın sonu bir ulu şafak
Sarp kayadan geçen yola” Selamünaleyküm.

Nâçiz kardeşiniz ömrünün bir deminde resim sanatıyla iştigâl etti. Öyle boş vakitlerinde ne yapıyorsun sorusuna yanıt olsun diye değil; ekmek yer, su içer gibi, ihtiyaca binâen. Bak lokmaları ne güzel çiğniyor, suyun her yudumunu zarafetle yutuyor gibi övgüler veya ağzını şapırdatıyor, bir damlasını çenesinden böğrüne akıtmasa olmaz gibi eleştiriler beklemese de, insan; bembeyaz bir tuval parçasına kendinden vererek var ettiği eserinin, diğer canlılarda uyandırdığı intibâları öğrenmek istiyor. Bu yüzden resimlerini, ulaşabildiği ve en azından bir estetik kaygı duyduğunu düşündüğü çevrelere görücüye çıkarıyor.

Âciz, her ne kadar doğuştan gelen bir yetenek olmadığını ileri sürüyorsa da, deseni iyidir ve kendince güzel görür, güzel düşünür, hayatından lezzet alır, eserinde bu lezzeti yansıtır. Görücüler, “ohh, harika, çok güzel, nefis” v.s. gibi lakırdılarla hayranlıklarını ifade ederler lakin, hiçbir eleştirel yaklaşıma muhatap olmamıştır. Gel zaman, git zaman bu hâl, can sıkıcı bir hâl alır. Bardağı taşıran son damla bardaktan taşmaya devam ederken kardeşiniz hırsla evine gider. Bir büyük kartonu betonun üstüne serer. O güne kadar, yetersizliklerin mahsûlü dediği kübiklere, soyutlara, sürrlere nispet olsun, evdeki bütün guvaş boya tüplerinin yarısını kartona boşaltır, bir spatulayla yayar. Kalan yarılarını parmaklarına akşedip, rasgele mıncıklamalarla kartona nakşeder. Son olarak, beyaz boyalı parmaklarıyla bir kaç pandik attığında tamam dediği kartonu kapıp galeriye koşar, yoldaki inşaattan aldığı paslı mıhla duvara rapteder ve beklemeye koyulur. Ne kalabalıklar oluşur; hafif yamuk duran, uçları kıvrık kartonun önünde. Herkeste bir geyik muhabbeti, sorma gitsin. Meğer neler neler yapmış, ne içsellikleri, ne akımları yansıtmıştır naçiz, haberi yoktur. Bu biir.

Lisedeki seçmeli resim dersiyle başı, mûsikîden hiç hazzetmediğinden, mecburen dertte olan Memedali, okulun belalısı geçinir ama iyi çocuktur. Akşamcı resim öğretmenimiz ise, işini ciddiye alır, kimseyi resimden ikmâle komaz ya, notu kıttır. Bendenizi sever ve bunu belli eder. Ayrıcalıklı muameleye tabi tutulduğum iddiasındaki Memedali, bir gün yeni bir iddiada bulunur. “Oolum, sen bir kâğıda boyayla tükürsen bu adam sana gene 10 verir”. Biz hemen savunma pozisyonu alırız, arkadaşa sanatın derinliklerinden söz açarız. Memedali ısrarlı. “Öyleyse sen bir resim yap bana ver, benim yaptığım resimle de sen not al, görelim bakalım”. Tamam!.. Hocanın verdiği ödev, “horoz dövüşü”, bol figürlü.

Deseni bozarak, mümkün olabildiğince benim olmayan, fakat bir lise talebesinin tam not almasını gerektirecek nitelikte diye düşündüğüm bir resim yaptım ya; Memedali inadına zırvalamış, ne üdüğü belirsiz bir alâmeti farikâyı getirdi koydu önümüze. Boynumuz kıldan ince. Memedalinin numarası benden önce. Önce O kalktı tahtaya, elinde sırıtarak tuttuğu resmi sınıfcak seyrediyoruz. “Güzel” dedi hocamız, “sende müsbet gelişmeler görüyorum. Uğraşmışsın. Teşvik için sana 7 veriyorum”. Biz bozgun, Memedali sevinçli, resim dersinden tarihi bir not almış. Sıra âcize geliyor. Hoca önce resme, sonra bana, sonra tekrar resme bakıyor kalıyor. Kısa bir duraksamadan sonra sınıfa dönerek diyor ki; “evet çocuklar, arkadaşınızın yeni bir denemesini görüyorsunuz…” Bu resmim, pardon Memedalinin resmi, yine bir hafta boyunca sınıfın panosunda asılı kalıyor ve ben yine 10 alıyorum. İddiayı hangimiz kazandık? Bu ikii.

İkamet ettiğim şehrin mahalli gazetesi, resim yarışması düzenlemiş. İlk defa bir yarışmaya katılmak için resim yapıyorum. Kardeşimin portresi. Üç hafta boyunca her gün saatlerimi vererek, dört parçaya böldüğüm yüzde, dört ayrı duyguyu bir bütünlük içinde yansıtmaya çalıştığım portreyi tamamlayıp gazeteye teslim ettim.

Sonuçlar belirlenmiş, haber geldi, ikinci olmuşum. Çok bozuldum, ben ikincisiysem, birinci kimdi acaba?
Ödül töreni, şehrin biricik ve adı tabii ki “Atatürk” olan kapalı spor salonunda yapılacak. O zamanlar, tek kanallı, Devlet tekelindeki televizyon zamanı. Ama doğru, ama yanlış, büyük diye bildiğimiz bir kaç ses sanatçısı ve saz arkadaşları da teşrif buyuracak, anlayacağınız şenlikli olacak ödül töreni. Tören henüz başlamadan salona ulaştım ve kendi resmimi zaten bildiğimden, doğruca birincilik ödülü alan resmin asıldığı panoya gittim. Baktım, bol figürlü “horoz düğüşü”nü resmetmiş, birinci. Bir daha baktım, bu resmi sanki bir yerlerden tanıyorum. Ama birinci Memedali değil, bir kız. Bu bozgunlukla sağa sola bakındım, benim resim ortalıkta yok. Sordum yetkililere, ikinci olan resim nerede diye, gösterdiler. Tövbe tövbe, bu portre değil, bir peyzaj çalışması ama benim imzam var. Sonradan hatırladım, yaklaşık bir sene evvel, şehre hakim bir tepede pastelle yaptığım çalışmaydı bu. Resmi bıraktığım galeriden vermişler benim adıma. Kardeşimin portresi ise, mansiyon bile alamamıştı. Bu üüç.

Neyse, lafı fazla uzatmayalım. Memedaliyle birinci kızın flörtü uzun sürmedi, ayrıldılar. Ama biz hâlâ iyi dostuz. Ve ben, bir saman kâğıda ucuz pastelle yaptığım sıradan bir insan portresini fasılasız yedi saat seyrettikten sonra, o resmi yırttım ve o gün bu gündür resim yapmıyorum. Şimdi istesem de yapamam herhalde.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir