HUKUK

CEBREN TASARRUFUNU YİYİM

HER TÜRK TASARRUF EDER

Konumuz tasarruf.

Sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısı; vatandaşın tasarruf edeni makbuldür. Hazıra dağ dayanmaz.

O dağda saçı sakalına karışmış, kudretten yaşar bir de delinin evi vardı. Belki hala ordadır. Sırtını vermiştir taşlara, zamansız yaşıyordur yine. Ondan haberim olduğunu biliyor muydu acaba?..

Yirmibirinci yüzyılın eşiğinde, vakitlerden bir ikindi vakti. Efil efil rüzgar eşliğinde cisil cisil yağmur çiseliyor.

Yerler gökler, “etrafınız sarıldı!, size şu kadar süre tanıyorum!, gelin teslim olun!” deyu iniliyor. Elindeki megafondan gürleyen, cicili bicili tören kıyafetli emniyet müdürü. Sağında İnsan Haklarından Sorunlu Devlet Nazırı, solunda bir müddei umumi, kravatlılar…

Yere düşen her damlayla yağmur çiseliyor. Güvenlik kuvvetleri seyir ediliyor. Açık, kapalı, kale arkası hınca hınç, ağaçlar insan açmış. Yürekler bir atıyor, gözler çakmak çakmak, yağmur çiseliyor. Aşırı orta bir terör örgütünün militanları hücre evinde kıstırılmış.

Çökerterek çıkanın sobasında kuru da meşe yanıyor, yelkovan dönüyor, peşi sıra fındıklı da gelin. Ve işte o an geliyor, verilen şu kadar da süre dolunca…

Çiseleyen yağmur sağanağa döndü. Yere düşen her damlada bir kurşun yakıldı. Uzun sürmedi, geçti gitti, bir kaç anlık fasıldı. Megafon gürledi “Ateş Kes”! Yağmur dindi. Duvarlar delik deşikti, flaşlar patladı. Ev sahibinin zararı tazmin edilirdi elbet.

Yedi yaşında bir oğlan, sağ çıkarıldı içerden, anası ve babası ise, ölü olarak ele geçirilmişti. Bu denli özenli hassasiyet, insanların çakmak çakmak gözlerini yaşartmaktaydı.

Ne yapalım yani, yargısız infaz etmeyelim de besleyelim mi goygoyları eşliğinde, teröristlerin cesetleri sanık sanık çıkarılırken, alık alık bakan güruhtan kimileri cesetlerin çöpe atılmasını önerdi. Nazır, aslında böyle şeyleri tasvip etmediğini anlatıyordu, patlayan flaşlara.

Bütün bunlar homo ekonomik spekülasyonlardan ibarettir. Gerçeklerle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bir benzerlik kuruluyorsa, tesadüftendir.

Seyir eden kalabalık rahattır, hazır olur. Sağa döner, hizaya girer, uygun adım yürümeye başlar. Hep bir ağızdan bağırırlar:

HER TÜRK TASARRUF EDER. HER TÜRK TASARRUF EDER. (Ses gittikçe uzaklaşmaktadır) HER TÜRK TASARRUF EDER. (… ve gittikçe kaybolur) HER TÜRK TASARRUF EDER. HER TÜRK TASARRUF EDER. Her Türk tasarruf eder……….

Esasen insanlarımızın böylesine tasarruf bilincine sahip olabilmesi uzun çabaları gerektirmiştir. Önce kimi türküleri yasaklanmalıydı, yasaklandı. O da neydi canım öyle; bir mumdur, iki mumdur, üç mumdur, dört mumdur, ondört mumdur? Bir mumdur, iki mumdur, hadi bilemedin üç mumdur, ee, artık dördüncü mumu söndür. Kaynanayı ne yapmalı, kaynar kazana atmalı, yandım aman dedikçe, ee, artık altına odun modun atmamalı. İşte yanıyo kadın zaten, bağırıp duruyo, daha ne atıyon odunu da israf ediyon ulen.

Diğer taraftan, işsizler ve asgari ücretle çalışanların çoğunlukta bulunduğu nonoşlardan uzak varoşlardaki yerleşim birimlerine bakan dağ yamaçlarına, koca koca taşlarla, “Ne Mutlu Tasarruf Edene” yazılmıştı. Tasarruf alın yazısıydı, edilecekti. Öğünecek, çalışacak, tasarruf edecek ve güvenecekti. Yoksa nasıl kalkındırılacaktı?

Türk Milletinin kayıtsız ve şartsız egemenliğini eliyle kullandığı organlar da organdı hani. Vatandaşı sıksa tasarrufunu çıkarırdı, öyle de yaptı.

Kudretten yaşar saçı sakalına karışmış deli, sırtını dayadığı taşları delik deşik etti, kalbur alıp toprağını eledi. Ekecekti, biçecekti, edecekti kârı.

CEBREN TASARRUFUNU YİYİM

Sözlük anlamına bakarsanız tasarruf; istediği gibi kullanma yetkisi, parayı veya bir şeyi dikkatle ve azar azar kullanma, para biriktirme, biriktirilmiş para, anlamlarına gelmektedir.

İktisadi terminolojide tasarruf, cari gelirin tüketilmeyen kısmını ifade eder.

Askerliğini bitirenler bilirler, ihtiyari “seve seve” olanı; cebri ise “sevmeye sevmeye” yapılanı ifade eder.

İşte cebri tasarruf da; “sevmeye sevmeye” yapılan tasarrufu ifade eder.

Sıradan bir giriftliktendir tasarrufun cebriliği. Mevzu şu ki; milli gelir pastasından mümkün olan en büyük parçayı mümkün olan en az kişiye; yine mümkün olan en küçük parçayı olabildiğince fazla kişiye tahsis edeceksin. Böylece yığınlar yarı aç yarı tok kalacak; aksırıncaya, tıksırıncaya, patlayıncaya kadar yiyip de zıkkımlanacak yeri kalmayan zevat, gelirinin tüketemediği kısmını yatırıma aktaracaktır. Devamen üretim ve istihdam artacak, pasta büyüyecek, ama paylaşım oranı aynı kalacaktır. Büyük dilimin mensuplarına paydaş, küçük dilimdeki yığınlara vatandaş denir.

Kurt, şahı olsa kuzuların, böyle pay etmez pastayı lakin insanı bir kenara bıraktığınızda doğrudur mantığı. Diyelim ki, on kişiden her birinin bir dilim pasta ihtiyacı var. Pastanız on dilim. On kişiye eşit dağıttınız, pasta bitti. Ama dokuz kişiye bir dilimi verin, bir kişiye dokuz dilim. Dokuz dilimden biriyle ihtiyacını görüp üçüyle zevk-ü sefa sürse, alın size beş dilim pasta kaldı.

Tabi, vatandaşlara rolünü benimsetmek de zordur. Özellikle pire kapitalist aşamada, kurumsal büyülere ihtiyaç duyulur. Nedir bunlar? Mesela: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” Her vatandaş, bu milletin kendisi olduğunu düşünür. “Eşitlik ve sosyal adalet” mefhumları hoş çağrışımlar uyandırır insanlarda. “Yasama organı genel ve eşit oyla seçilir.” Parti içi demokrasi, a-politizasyon, sivil toplum örgütlerinin sindirilmesi, adaletsiz seçim sistemi, parlamento dışı bırakılan oy oranı vs. hiç dile getirilmez. “Ödediğiniz her kuruş vergi, hizmet olarak size geri dönecektir.” Vatandaşa göre burada da kendisine hitab edilmektedir. Ve “köylü milletin efendisidir.”

İşte daha niceleri sıralanabilecek bu büyülerin iğnelerinden biri de cebri tasarruftur. Paydaşların tasarrufunun Devletinin tasarrufuna geçmesi yüksek maliyetlidir, adıyla sanıyla iç borçlanmadır. Oysa vatandaşını sever Devleti. O ne öyle, her gün yok döviz kuruydu, borsa endeksiydi, repo ve mevduat faiz oranlarıydı, uğraş dur. Tasarrufun var mı, derdin var. Bir de vatandaş, homo ekonomikus değildir. Gelirinin bir kısmını tüketememeyi beceremez, akşam evine ekmek alıp götürür. İşte Devleti, vatandaşının elinden tutar, zoruyla tasarruf ettirir. Zorunlu tasarrufun maliyeti vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerden daha düşüktür. Vatandaştan paydaşlara maliyetsiz transfer harcamasıdır. Yani pek bi tatlıdır.

Özetle; biri size zorunlu tasarruftan söz ediyorsa veya gelirinizden bir kısmına tasarrufunuzu şu veya bu şekilde engelliyorsa, ağzınızdaki lokmalar alınıp başkalarına yedirilecek demektir.

Pancar pezik değil mi
Ciğer ezik değil mi
Ekiyom biçemiyom
Bana yazık değil mi

YAR BANA BİR CEBRİ TASARRUF MEDET

Vatandaşlardan paydaşlara kaynak aktarımı modelleri bize mahsus değildir. Demokrasisi gelişmiş, sivil toplum örgütleri güçlü, hak arama yolları sonuna kadar açık ve insanların yığın değil de birey olduğu ülkelerde doğal olarak “zorunlu tasarruf” diye bir kavram gelişemeyecektir. Bu modellemeler, ülke dışı kaynakları sömüremeyecek ve bu yüzden iç kaynaklarına yönelecek az gelişmiş ülkelere mahsustur. Yatırımlara ve dolayısıyla gelecek güzel günlere aktarılacak tasarruf kaynağı yaratma iddiasıyla oluşturulur. Zaten vatandaşların da; kamu kaynaklarının kullanımını takip edebilecekleri, saydamlığı ve hesap verilebilirliği sağlayacak mekanizmalar talebi bulunmayacaktır. Aslına bakarsanız; “Devlet’ten hesap sormak da ne demek”tir.

Şimdi diyelim ki, az gelişmiş (diğer tabiriyle gelişmesi mümkün olmayan) bir ülkenin Pancho Villa bozuntusu liderisin, hâkimiyetin altındaki tebaanın gelecek güzel günlerini planlıyorsun. Al sana kuracağın cebri tasarruf sisteminin ana unsurları. Al hatta bir ipucu daha; bu esasları yurtdışında eğitim görmüş ak göğsü üstü ilik düğmeli beyaz yakalarına kravat takan kullarına vereceksin ki; mahalli koşullara uyarlayıp, sistemi geliştirebilsinler.

  • Azar azar alacaksın; vatandaşın canı yanmayacak, peşine düşmeyecek, uğraşmaya değmeyecek, düşünmeyecek. Yığınlardan bahsediyoruz burada. Damlaya damlaya göl olur. Gölleri yan yana dizer okyanus yapar, yatını koyuna çekip sahilinde güneşlenirsin.
  • Vatandaşın kurnaz beynini gıdıklayacaksın. Ufak ufak alınan tutarların toplamda çok büyük bir meblağ ifade ettiğini bileceklerdir. Ancak şunu da bileceklerdir ki; büyük parayla büyük para kazanılır. Bu kazancın kendi hissesine düşeni de verdiğinden çok büyük olacaktır. Yattığın yerden ve azıcık bir zühuratla deli para kazanmayı kim istemez?
  • “Ya tutarsa” zihniyetini canlandıracaksın. Hele hele piyango gibi kumar örgütlenmelerini de milli hasletleriniz içine alırsan hiç sorun yok. (Bir piyango nasıl milli olur demeyin, olur.) Sonuçta kurnaz vatandaşlar, ya tutarsa diyip, milli duyguları da depreşip kumar oynar, hemi de talih oyunlarının en büyük müşterileri tebaanın en gariban kısmı olur. O iş tamamdır.
  • Sistemi Devlet adına da kurabilirsin, bireysel de. Ne de olsa Devlet, etiyle kemiğiyle sensin. Hangi hukuk düzenini kurmuş olursan ol, bunun adına dolandırıcılık diyeceklerdir. Varsın desinler. Ha öyle ha böyle, sen paran cebinde mi ona bak. Devlet örgütlenmesi dışı mekanizmaların da kendine özgü avantajları vardır. Mesela ibadet yerlerini gezerek, insanların dini duygularını da işin içine sokmak ekstra teşvik sağlar.
  • Adamakla mal tükenmez. Vaat et, ama taahhütlerini asla yerine getirme. Dolandırıcıysan, güven verme babından taahhütlerini gerçekleştiriyormuş gibi görünebilir, kaz gelecek yerden tavuğu esirgemeyebilirsin. Ama devlet adına yapıyorsan böyle bir güven mekanizmasına da gerek bulunmamaktadır. Vatandaşın neden kazanamadığını izah her zaman mümkündür.
  • Tabi ki kör gözüne parmağım diye, vatandaşı toptan keriz hissettirmeyeceksin. Hizmetlerin sürekliliği esasından hareketle, vatandaşa hakkının yenildiği duygusu vermeyeceksin ki, ilerideki organizasyonlarda sorun çıkmasın. Sen de on, ben diyim yirmi sene sonra milletin paralarını iade edebilirsin.
  • Sistemi kurarken sorumluluğu dağıtacaksın. Kim vurduya gidecek. Kurtarılan üç kuruş kar sayılacak. Zorunlu tasarruf sistemleriyle elde edilen fonlar, varlığının esbab-ı mucibesi, sadece kaydi olarak vardır. Elle tutamazsın, gözle göremezsin, nerede bilemezsin. Ya şundadır ya bunda, hel-va-cı-nın kızında. Duma duma dum.

Evet, sanırım bu cebri tasarruf hikâyesi böylece uzayıp gidecek. Artık, tecessüs eylemiş müşahhas misallerle konuyu, laboratuar ortamında inceleyebiliriz.

Bir bahar akşamı rastladım size

Sevinçli bir telaş içindeydiniz

Derinden bakınca gözlerinize

Neden başınızı öne eğdiniz

ÜÇ TARZ-I TASARRUF

Zorunlu tasarruf sistemleri, her yiğidin yoğurt yiyişi benzeri, farklı kılık ve tarzlarda karşımıza çıkar. Artık teorik altyapımızı tamamladığımızdan, zorunlu tasarruf ligimizde oynanmış maçlara bir göz gezdirebiliriz.

Ele alacağımız üç tarz:

  1. a) Bono tarzı
    b) Teşvik tarzı
    c) Yardım tarzı

BONO TARZI

Yasama gücü kullanılarak getirilen ilk cebri tasarruf sistemimiz “Tasarruf Bonoları”dır. 5.9.1961 tarih ve 223 sayılı Yasayla ihdas edilmiştir.

Yasanın 1. maddesine göre; “Türkiye ekonomisinin istikrar içinde gelişmesini teminen tarım, sanayi ve ulaştırma sahalarına yapılacak yatırımların finansmanında kullanılmak üzere”, öz kaynağı tasarruf bonolarının satış bedellerinden oluşan Yatırımlar Finansman Fonu var edilmiştir. Ancak, tabiki böyle bir fon kurulmamış, tasarruf bonosu satışından elde edilen gelirler genel bütçeye aktarılmış ve cari giderlerin finansmanında kullanılmıştır.

Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi, Veraset ve İntikal Vergisi matrahları, gayrimenkul satış değerleri, Milli Piyango ve bankaların nakit ikramiyeleri ile Spor Toto ikramiyeleri, tasarruf bonosunun matrahını teşkil etmekte; bu matrahlardan %3 oranındaki kesinti Yasanın 4. maddesinde gösterilen sorumlular veya sorumlu ve mükellefler tarafından yapılarak, fon hesabına yatırılmaktadır. (Müteahhit istihkaklarında kesinti oranı %0,6’dır.)

Tasarruf Bonolarının -tatbikatta 12 yıla çıkan- vadesi 10 yıldır ve Hazine her an erken ödeme yapabilir. Her türlü vergi, resim ve harçtan istisna edilen bono faizi %4 ile %7 arasında olmak üzere ve genellikle %6 oranında Maliye Bakanlığınca saptanır. Bonolar piyasaya nama yazılı çıkar, ihracını takib eden yıldan itibaren beş yılın sonunda hamiline dönüşür ve piyasada hiç bir kayd-u şarta bağlı olmaksızın alınıp satılabilir. Faiz kuponları da hamiline yazılı tahvil kuponları gibidir.

İşte bu bonolar, homo ekonomik dürtülerden mahrum atalarımız ve dedelerimiz tarafından, piyasada çok düşük fiyatlara satılmış ve kendinden beklenilen hizmeti layıkıyla yerine getirmiştir. Ve birileri, bu vergidir vergidir deyu söylenip durduğundan, 1971 yılında %3 oranında Mali Denge Vergisine dönüştürülmüş, gül gibi tasarruf bonosu sistemimiz ortadan kaldırılmıştır.

TEŞVİK TARZI

Güzel vatandaşlarımızı tasarrufsuz bırakmak olur mu? Tasarrufun yaygınlaştırılabilmesi için bir dönem köprüyü, barajı ve saireyi gelir ortaklığı senedi adı altında satan kreasyonlar tutmadı. O günlerde bir orta direk muhabbetidir gidiyordu. Bir yandan orta direk doğal bir erime sürecindeyken, bir yandan öyle bir imaj çizilmeye çalışılıyordu ki; orta direk tasarrufları yatırımlara aktarılacak ve böylece sermaye de tabana yayılmış olacaktı. Allah (C.C.) Rahmet Eylesin, ne de güzel anlatırdı öyle, kalemi sallaya sallaya. Tabi millet elindeki kalemi görünce, aslında neyi salladığını da fark edemiyordu. Oysa bu zatların hizmet ettikleri söylem, vatandaş ile paydaş arasında bir vasat kesim öngörmüyordu ki. Madem homo hominusudur lupusun, sermayedarların yeni üyelere ihtiyacı yoktur, aksine pasta da küçüktür ve paydaşların azaltılması zorunludur. İşte bu noktada, yani orta direğin ortadan kaldırılması noktasında öngörülen zorunlu tasarruf tarzlarından biridir teşvik tarzı.

Her ne kadar adında teşvik ibaresi geçmekteyse de, sevsen de sevmesen de tasarruf edeceksin anlamındaki bu teşvik sistemini ana hatlarıyla şöylece aktarabiliriz:

Çeşitli statülerdeki kamu görevlileri, on veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerindeki işçiler ve Bağ-Kur’lular kanun kapsamındadır. Aylıklarının %2’si kesilir, üzerine Devlet veya işveren %3 daha katkıda bulunur. Bu tutarlar Ziraat Bankasına yatırılır. Tasarruf ve katkılar, Yüksek Planlama Kurulunca belirlenecek esaslar dâhilinde, “verimi yüksek” yatırımlarda değerlendirilir. Tasarruf sahiplerinin bu tasarruf, katkı ve nemalarının tamamına tasarruf edebilmeleri ancak ölmeleri veya emekli olmaları halinde mümkün. 6 yıl sonra eğer isterlerse sadece tasarruf tutarlarını, 15 yıl sonunda isterlerse tasarruf tutarı ile katkı tutarı ve nemalarının 3/5’ini alarak sistemden ayrılabilirler. En az 2 yıl tasarrufta bulunanlara ise, istemeleri halinde, her yıl nemanın 1/3’ü ödenir.

Yukarıda “verimi yüksek” lafı geçti ya, size hemen bir yüksek verim örneği gösterelim. Haber, 2.5.1994 tarihli Milliyet ve Türkiye Gazetelerinden. Tasarrufu Teşvik Hesabında 1993 yılı sonunda 66.8 trilyon toplanmış. Bunun 38.1 trilyonu Dövize Endeksli Gelir Ortaklığı Senedine yatırılmış durumda. 1994 yılının ilk dört ayında, olağanüstü bir biçimde döviz kuru artıyor. Dövize endeksli 38.1 trilyon, oluyor 88 trilyon. Ne yapsın Yüksek Planlama Kurulu. Nisanın son haftasında oturup 11.2.1994 tarihli bir karar alıyor ve dövize endeksli senetleri 31.12.1993 tarihindeki kur üzerinden Türk Lirasına çeviriyor. Böylece 88 trilyon yeniden 38 trilyon oluyor ve Hazine rahat bir nefes alıyor. Buyurun, buradan yakın.

YARDIM TARZI

Teşvik tarzıyla aynı dönemlerin mahsulü. Biraz daha romantik bir söylemi var. Malum, dünyada mekân, ahirette iman. Devlet ahiretinize ne yapsın, dünyanızı kurtaracak. Konut edinmenize yardımcı olacak. Güzel değil mi?

Konut Edindirme Yardımı (KEY) kapsamındakiler de teşvik benzeri. Yani meşhur ortadirek. 180 ay boyunca adlarına Devlet veya işveren tarafından tahakkuk ettirilip bankaya yatırılacak tutarları, nemasıyla birlikte bir ev almak için kullanabilecek. Hem romantik hem pratik. Teşvik tarzındaki gibi cebine para girecekmiş gibi yapılmadan, para doğrudan ve cebine girmeyecekmiş gibi hesaba yatırılıyor.

Bu muhabbet 1995 yılı sonuna kadar devam ediyor ve 1996 yılında Emlak Gayrimenkul Yatırım Ortaklığına 395 trilyon lira değerindeki fon devrediliyor.

Sabahınan erken çifte giderken
Öküzüm torbadan düştü gördün mü?
Amanın yandım, tiridine bandım.
Bedava mı sandın, tasarruf edeceğidim.

AHKÂM-I BEŞER ŞAŞAR

Zorunlu tasarruf sistemleri, ister istemez yasama konusudur. Yasayı yasama organı çıkarır. Hukuk düzeni içerisinde yasama faaliyetlerinin anayasal denetimi yapılabiliyorsa zorunlu tasarrufa ilişkin kanunu, bu denetime konu etmekten başka bir çıkar yolunuz yoktur.

Anayasada paydaş sınıf öngöremezsiniz, kast sistemi oluşturamazsınız. Bunlar anayasaya öyle açık açık yazılmaz. Devletin kurucu felsefesi ifadesini bulur genelde anayasalarda.

Bizim Anayasamızda kurucu felsefe ilk üç maddede ifade edilmiş.

Anayasanın meşhur 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri arasında, sosyal devlet ve hukuk devleti vasıfları da gösterilmiştir. Hukuk Devleti; bütün faaliyetlerinde hukukun genel ilkeleri ile bağlayıcılığı ve üstünlüğü olan Anayasa hükümlerine uygun hareket etmek zorundadır. Sosyal Devlet ise, daha bilmem kaç türlü ve en önemlisi sosyal adaleti temin etmek olan gereklerle bağlıdır.

İşte böylece, sosyal hukuk devleti niteliğine bürünen Devletimizin, Anayasanın 5. maddesiyle belirlenen temel amaç ve görevleri arasında, “kişinin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlandıran ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak” da sayılmıştır.

Netekim, mülkiyet hakkı; Anayasayla teminat altına alınan temel haklardandır. 35. madde uyarınca, “Herkes mülkiyet ve miras hakkına sahiptir.” Bu haklar ancak, kamu yararı amacıyla ve yasayla sınırlanabilir.

Tasarruf ise daha önce de açıkladığımız gibi, kişilerin cari gelirlerinin, yani elde ettikleri gelirlerinin, yani menkul mülkiyetine konu olan gelirlerinin tüketilmeyen kısmını ifade etmektedir.

Şimdi, mülkiyet hakkının çalışanların iradesi dışında ellerinden alınmasına ilişkin yasaların, “sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle” bağdaşıp bağdaşmadığını ve “kamu yararı amacı”na yönelik olup olmadığını incelemeye çalışalım.

Çalışma Özgürlüğü

Çalışma ve sözleşme özgürlüğü de, Anayasayla teminat altına alınmış Sosyal ve Ekonomik haklardandır. 48. maddeye göre; herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir. Devlet, özel teşebbüslerin sosyal amaçlara uygun yürümesini sağlayacak tedbirleri alır. 49. maddede ise, çalışmanın herkesin hakkı olduğu ve Devletin çalışanların hayat seviyelerini yükseltmek için gerekli tedbirleri alacağı hükme bağlanmıştır.

Çalışma özgürlüğünün en esaslı unsuru; elde edilen gelire istediği gibi tasarruf edebilme özgürlüğüdür. Çalışan, elde ettiği gelirin istediği kısmını tüketir, istediği kısmını tasarruf eder ve bu tasarrufunu istediği alanda değerlendirir.

“Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.” Devlet, bu yükümlülüğün de ötesine geçerek, çalışanların ve müteşebbislerin elde ettikleri ve vergisini ödedikleri gelirlerini, belli alanlarda tasarruf etmelerini zorunlu kılamaz.

Ücret Geliri

Zorunlu tasarrufa tabi olanlar, (Bağ-Kur’lular hariç) emeği karşılığı ücret geliri elde ederler. Daha doğrusu, ücretlerinin tamamını elde etmeleri engellenir. Bu bakımdan Anayasanın ücret gelirine ilişkin hükümlerinin de irdelenmesinde fayda vardır.

Anayasanın 55. maddesi uyarınca; “Ücret emeğin karşılığıdır… Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır”.

Öncelikle şunu belirtelim. Zorunlu tasarruf sistemleriyle bir sosyal güvenlik sistemi öngörülmez ve bu sistemler sosyal güvenlik politikası araçlarından değildir. Yasa kapsamındakiler zaten aynı zamanda bir sosyal güvenlik kurumunun da kapsamındadırlar. Zorla elinden alınan parasının ölüm veya mezarda emeklilik halinde veya bir tabii afet nedeniyle tekrar katkı ve nemasıyla ilgiliye verilebiliyor olması, zorunlu tasarrufa; gerçekleşen bu riskler karşılığı sigorta niteliği kazandırmaz.

Dolayısıyla, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan memur ve sözleşmeliler için Devletin kendi belirlediği veya toplu pazarlık veya iş akdi çerçevesinde tarafların karşılıklı iradeleriyle belirlenen ücret gelirinin belli bir oranının, tasarruf adı altında çalışanın tasarrufundan alıkonulması; Anayasa hükmüne aykırı olarak, kişilerin adaletli bir ücret elde etmelerini engellemektedir.

Asgari Ücret

Milyonlarca işsizimizin yanında, işçilerimizin büyük çoğunluğu da asgari ücretle çalışmaktadır. Hani iş bulabildiği, sigortalı gösterildiğine bakarsanız şansı baya yaver gitmiştir, lakin zorunlu tasarruf vergisi kesilen asgari ücretini bile kesmektedir.

Asgari ücret, 1475 sayılı İş Kanunu’nun 33. maddesinde düzenlenmiş ve ayrı bir yönetmelikte tanımlanmıştır. Bu tanımlamaya göre asgari ücret; işçilere normal bir çalışma günü karşılığı olarak ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücrettir.

Devlet sosyal devlet ya, kişilerin asgari ihtiyaçlarını asgari düzeyde karşılayabileceği şekilde ve kılı kırk yararak belirlenen asgari ücretten vergi alır, daha yetmez, bir de tasarruf kesintisi alır. “Bizde öyle para bol, öyle kazanç olur ki, en fakirin ardından kamyon taşır cüzdanı”. Asgari ücret bu, bozdur bozdur harca. Yahu kardeşim, hem fiilen, hem hukuken bu gelirin tasarrufa ayrılabilecek kısmı yoktur. Peki, bu ne demektir? Hadi asgari ücret de olsa, vergi vatandaşlık ödevi diyelim. Tasarruf ettirmek neci oluyor. Bu ANGARYADIR. Yani, asgari ücretten yapılan tasarruf kesintisi oranında kişilere angarya yüklenmektedir. Anayasaya bakarsanız (18. madde), “angarya yasaktır” ve zorla çalıştırma yasağının aksine, istisnası dahi öngörülmemiştir, ardına “Ancak” diye başlayan bir paragraf eklenmemiştir.

Kamu Yararı

Kamu yararı dediğin, ucu açık kavram. Otur, canın çektiği gibi tanımla. Hukuki değerlendirmelere esas olacak kamu yararı kavramı ancak, millet iradesine dayalı yasama faaliyetlerinde somutlaşan ifadesiyle anlamlandırılabilecektir.

Malum, azgelişmişliğin sürekliliğinde, vahşi kapitalist düzenimiz ve meşhur küreselleşme sürecimiz hükümrandır. Şimdi canım uzun uzun anlatmak istemiyor. Gidin 4046 sayılı Yasanın gerekçesine bakın, şu KİT’lerin özelleştirilmesi için yasal zemin oluşturma çabaları sırasında edilen lafları gazete ve dergilerden takip edin. Sonucu odur ki, özelleştirme ve teşebbüs hürriyeti mübarektir. Gerçi baştan beri söylüyoruz, bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler paydaşlar, vatandaşı sıkı tutunuz.

(Haydi, şimdi kendimizi paydaş gibi görelim. Ben tasarruf etmiyom kardeşim, paramın hepsini yiyecem yahu. Veya yastığımın altına koyup, her gece sayacam veya bakıp bakıp şiir okuyacam. Size ne ulen. Müsaade edin, biraz da biz geçelim, yapalım. Döviz alalım, repo edelim, borsada spekülatörlerin kâğıtlarına yatıralım.)

Yani zorunlu tasarruf, yasama faaliyetleriyle somutlaşan kamu yararına da aykırıdır.

SONUÇ

Sonuçta kısaca ifade etmek gerekirse, zorunlu tasarruf sistemleri; kapsamındaki vatandaşların mülkiyet hakkını, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak şekilde ve kamu yararına aykırı olarak sınırlandırır. Anayasanın bir sürü maddesine aykırıdır.

Anayasa yargımızın usul hükümlerinde kanunların iptalini isteme hakkı çok sınırlı tutulmuştur. Cumhurbaşkanı, meclisteki iktidar parti gurubu veya gurupları, ana muhalefet parti gurubu ve belli sayıda milletvekili. Eğer bir kanun bu sayılanlar tarafından Anayasa Mahkemesinde iptal davasına konu edilmezse geriye tek yol kalıyor. Diğer yargı yerlerinin bakmakta oldukları davalarda uygulanacak yasa hükümlerini Anayasaya aykırı bulup veya aykırılık iddiasını ciddi bulup, itirazen Anayasa Mahkemesine başvurmaları.

Zorunlu tasarruf sistemlerimize ilişkin kanunlar Anayasa Mahkemesinde iptal davasına konu edilmemiş, yargı yerlerince itirazen başvuru yolu yeterince işletilememiş, Anayasa Mahkemesi de itirazen yapılan başvurularda bu yolu daraltıcı biçimde yorumlamıştır. Nihayet, zaten kendinden beklenen misyonlarını ifa eden zorunlu tasarruf sistemlerimiz, yine yasama yoluyla ilga edilmiştir.

Son söz olarak; Anayasa, Babayasa bütün ahkam-ı beşer şaşar; bu devlet, mihrabım diyerek sana bir tasarruf hesabı daha açar diyelim (aslında merkebim diyene semer vuran çok olur desem mi diye de düşündüm) ve artık bu konuyu bitirelim.

“Eski zamanlarda bir kadın yaşamıştı. Saçları simsiyah ve kıvır kıvırdı. Bir gün öldü, gömdüler. Eski kadın çok güzel bir kadındı. Aradan uzun zaman geçti, mezarı kaybolmuş, ben de unutmuşum. Bana, erişilmez dağlardaki kır çiçeklerinin özlemleri zordur, demişti” 

5

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir