FASIL

KÜLTÜREL MUHAFAZAKARLIK

İnsanın içinde doğduğu çevrede geçerli olan ve kendi iradesi dışında hazır olarak bulduğu belirlenmişlerle kültürel varlığı oluşur. Din, dil, ırk, gelenek, ahlaki değerler, geçerli siyasal sistemler ve ideolojiler veya tepkimeci karşıtlarıyla oluşmuş tüm maddi-manevi değerlerin toplamı, toplumun kültürünü olduğu gibi insanın da kültürel varlığını oluşturur. Bu kültürel varlığın dışında oluşturulan, belirleyiciler hiyerarşisiyle belirlenmişleri tespit kudreti -ki bilimsel metot ve bilgi birikimi neticesidir- esası üzerinde entellektüel varlık vücut bulur. Ancak entellektüel varlıkla, insan dışında va’zedilmiş, olmazsa olmaz düzenlilik dogmasına rağmen, beşeri platformun da yok olamayacağı idrak edilebilir ve insanın belirleyicilikler hiyerarşisine karşı özgürlüğü kabul edilerek var olanla yetinme güdüsünün ötesine geçilebilir. Kültürel varlıkla üzüm yenir, entellektüel varlıkla bağı sorulur.

Kültürel muhafazakarlık; aile ve ideoloji eğitimleriyle, akıl yerine akıllı olduğu zehabı uyandırılması ve insanı diğer canlılardan ayıran bir unsur olan aklın etrafına çekilen tel örgülerle oluşur. Sebepleri veya sonuçları ya da her ikisini tespit edebildiği halde aralarında bağlantı kuramama başarısızlığı bunların sonucudur.

Kültürel muhafazakarlığın aşamalar halindeki tezahürleri şunlardır:

İlk olarak “üzümünü ye bağını sorma” ilkesiyle sosyal nebatlık tezahür eder. Bu müessese, beşeri doğaya emili, ideolojik belirleyicilerle beslenen, yüzünü iki doğmanın bir doğacağa dönüşerek bitmez tükenmez va’zedilmiş hakikatler güneşine dönmüş bir müessesedir. Böylece insan, sosyal kimliğini kütük olarak kazanır, varlığı da ancak kereste olarak son bulur.

İkinci aşama, üretimin moralist yaklaşımlarla ikamesidir. İlk önce kendini belirlenmişlerin ululanmasıyla gösterir. Buna göre belirlenmişliğin mutlak tarihselliğidir ki geçmiş ve dolayısıyla şimdiki düzeni tesis etmiştir ve gelecek için de olmazsa da olmaz bir hakikattir. İçinde bulunan anda bir şeyler kötü gidiyorsa da, madde bir, her şeyde bir hayır vardır, madde iki tarihimizde iyi gittiği de varittir. Bizi sollayan arabadaki adamın kasketi gibi bir kasket giyersek ya da biz de arabamızı kırmızıya boyarsak onu geçeriz şeklindeki parlak buluşlar, moralist yaklaşımlarla daha da parlayarak, uğruna baş koyacak idealler haline dönüşür.

Esaretin olumlanması; yukarıdakilerin doğal bir sonucudur. Fert ya da toplumsal düzeyde, üretim ilişkisi, yapılan işin iç gereklilikleri değil de egemenin egemenliğini tesis, te’yit ve sürdürme esasında belirlendiğinden, yabancılaşmanın da ötesinde bir ep-elinleşme oluşur. Muhafazakar yaklaşımlarla belirlenmişler ve doğal düzenliliği değiştirme yönünde bilinçli özgürlük eylemleri gerçekleştirilemeyeceğinden, durum esaretin olumlanmasına kadar gider. Bu gidişe, geçmişten mandacıları, şimdiden de stratejik müttefikçileri örnek gösterebiliriz.

Dördüncü aşama; bir birini takip eden “katiyen olmaz – bir düşünelim – ben zaten biliyordum” safhalarıyla bir bütün halinde tezahür eder. Bu aşamada ilk safha, kronik tutuculuk ve yenilikleri dirençle karşılamadır. Fetretinde düşünülür, sönüp gidince, zaten onun için yanıp tutuşmuş olunur.

Kültürel muhafazakarlığın tebaasına bahşişi, her çöplükte ötme hakkıdır. Bu hak belirlenmiş anda, yerde ve şekilde ötenlere aittir. Daha olmadı yörünge dahilinde bir çöplükte zapt olunur.

Son olarak ulaşabilecek aşama her çiçekten bal alan kalender meşrepliktir. Özellikle kulluğunu yıllar hatta asırlar boyu muhafaza edebilmiş toplumlarda, kesafette görülebilir ufukta kültürel muhafazakarlığın bu son aşaması yer alır. Yine belirlenmişler söz konusu olduğu halde, farklılıklarıyla belirlenen düzenliliklerin esaslarını alıp kendi eylemlerini de işin içine katarak -ki bu eylemin özgürlük değil, ancak fotomontaj olarak nitelendirilmesi mümkündür- “belirli” sonuçlara ulaşmaktır. Tabii bu arada temel, başkaları tarafından belirlenenlerdir. Belki bu şekilde kültürel varlıktan, az gelişmiş entellektüel varlığa ulaşılabilir. En zararsız kültürel muhafazakarlık da budur.

Nihayetinde belirtelim ki; tahkiki muhafazakarlık konumuz dışıdır.

 

1991-Ankara

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir